15 Ocak 2013 Salı

İbrahim Bin Ethem Hazretleri'nden 5 Tavsiye


İbrahim Bin Ethem Hazretleri Evliyanın büyüklerindendir. Onu Evliyanın büyüklerinden yapan en büyük ayrıcalık Belh Şehrinin hükümdarı iken malı,mülkü,saltanatı,tacı,tahtı bırakıp kendisini Allah yoluna adamasıdır. Allah'ın dostu olabilmek için çok çaba sarf etmiş ve sonunda Cenab-ı Allah'ın lütfu ile evliyanın büyükleri arasına ismi yazılmıştır. İbrahim Bin Ethem Hazretleri'nin Allah Dostlarından birisi olabilmek için 5 tavsiyesi vardır. Bu 5 tavsiyeye uyan kişinin günah işlemesi olanaksızdır buyurmaktadırlar. 

Bu 5 tavsiyeye sırası ile değinelim ;

İbrâhim Edhem’i Allah için seven bir kimse bir gün onun ziyâretine geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah dostu İbrâhim! Sana özeniyorum. Çünkü sen, insanların peşinden koştuğu dünya saltanatını ve dünya zevklerini elinin tersi ile ittin ve Allah dostlarının yolunu seçtin. Ben seni Allah için seviyorum ve senin yolundan gitmek istiyorum. Ancak ben, nefsimin günah tutkusundan kurtulamıyorum ve yaptığım tevbelere bağlı kalamıyorum”. 
İbrâhim Edhem dedi ki: “Sana beş tavsiyede bulunayım. Eğer bunları can kulağı ile dinler ve gereğini yaparsan, nefsinin günah tutkusundan kurtulur ve Allah dostlarının yoluna girersin”. 
O kimse: “Peki bu beş tavsiye nedir?” diye sorunca, İbrâhim Edhem dedi ki: 

1-Günah işleyeceğin zaman, Allah’ın yarattığı rızkı (gıdayı) yeme! Çünkü hem Allah’ın yarattığı rızıkları yiyeceksin hem de O’na isyan edeceksin, bu olmaz ve insanlıkla bağdaşmaz.

 2-Günah işleyeceğin zaman, Allah’ın mülkünden çık ve başka bir yere git! Çünkü Allah’ın mülkünde oturup O’na isyan etmen, apaçık bir nankörlüktür ve insanlık dışı bir davranıştır. 

3-Günah işleyeceğin zaman Allah’ın görmediği bir yere git ve orada günah işle! Çünkü Allah’ın huzurunda günah işlemen, gafletin de ötesinde çılgınlıktır ve insanlık dışı bir davranıştır. 

4-Hiç beklemediğin bir anda ve beklemediğin bir yerde Azrâil (a.s.) karşına dikilince, O’na de ki: “Ey Azrâil! Sen vakitsiz geldin. Çünkü benim daha çook işlerim var. Bak kızım evlenecek, oğlum askere gidecek, eşim ameliyat olacak ve torunum da sünnet olacak. Ayrıca evim yarım, işim yarım ve ödenecek borçlarım (çeklerim, taksitlerim) var. Bunlarla uğraşırken namaz kılmaya ve tevbe etmeye vakit de bulamadım. Sen şimdi git de, işlerimi tamamlayınca ve kaza namazlarımı kılınca gelirsin, de!” O kimse dedi ki: “Ben
Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyemem ki!”

 Bunun üzerine İbrâhim Edhem: “Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyemeyeceğini bildiğin halde nasıl günah işliyorsun” deyince, 
o kimse ağlamaya başladı ve “Beşincisi nedir?” diye sordu. 

5-Mahşer yerinde sevapların ve günahların tartıldığı zaman, eğer sevabın hafif (az) gelirse, Allah (c.c.) zebânilere emir verecek. 
“Onu tutun, (elini boynuna) bağlayın, sonra onu cehennem’e atın” (Hâkka, 30-31) 
“İşte o zaman zebânilere karşı diren, ellerinden kaç ve cehenneme gitme!” O kimse yine ağladı ve tek bir kelime konuşamadan İbrâhim Edhem’e sarılıp ayrıldı. 


BİRİNCİ TAVSİYE
İki seçeneğimiz var. Ya günah işlemeyelim ya da Allah’ın yarattığı rızkı yemeyelim. Allah’tan başka hiç kimse rızık yaratamadığına göre, tek seçeneğimiz kalıyor, günah işlememek! 
Yüce Allah buyuruyor: 
“Rızkınız göktedir ve size vaad edilen şeyler de (göktedir).” (Zâriyât, 22) 
Bir fabrikaya enerji sağlayan hatlarda ya da enerji üretim merkezinde bir ârıza olursa, fabrika karanlıklara bürünür ve üretim durur. 
Dünyaya enerji sağlayan hatlarda (atmosferde) ya da enerji üretim merkezinde (güneşte) bir ârıza olursa, dünya karanlıklara bürünür, üretim durur (tek bir bitki dahi yetişmez) ve dünya aşırı soğuk buz kütlesine dönüşür. Evet rızkımız yani rızkımızın tek enerji kaynağı göktedir.

Okyanusların suları, güneş enerjisi ile buharlaşıp atmosfere karışır. Atmosferdeki alçak ve yüksek basınçların oluşması, güneş enerjisine bağlıdır. Havanın yüksek basınçtan alçak basınca doğru hızlı ya da yavaş hareket etmesi (esmesi), iki basınç arasındaki ısı farkına yani güneş enerjisine bağlıdır. Bitkilerin havadan aldıkları karbondioksiti, oksijene ve karbonhidratlara dönüştürmesi güneş enerjisine bağlıdır. Şimşeklerin çakması, azot gazının parçalanıp suda çözümlenmesi ve yerdeki elementlerle birleşip bitkilere mama (gübre) olması da güneş enerjisine bağlıdır. 
Yüce Allah buyuruyor: 

“(Ya Muhammed!) De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir?” (Yûnus, 31) 
Kesinlikle inanıyor ve îman ediyoruz ki, gökten ve yerden rızkı veren ancak Allah’dır. Çünkü atmosferi, güneş enerjisi ile çalışan doğal bir lâboratuvara dönüştüren O’dur. Katı, sıvı ve gaz hâlindeki atomları çeşitli kimyasal işlemler sonucu gıda 
maddelerine dönüştüren O’dur.

 Melekler, insanlar ve cinler bir araya gelip güç birliği yapsalar, tek bir karıncanın rızkını bile yaratamaz ve yerde tek bir ot bitiremezler. 
Yüce Allah buyuruyor: 
“Allah size verdiği rızkı keserse, size kim rızık verebilir?” (Mülk, 21) 
Yüce Allah güneşteki hidrojen atomlarının helyum atomlarına dönüşümünü (enerji üretimini) kısıtlarsa ya da güneşin çekim gücünü zayıflatıp dünyayı güneşten uzaklaştırırsa, yeryüzünde tek bir ot bile bitmez. İşte o zaman bize kim rızık verebilir? 
Değerli okurlarım! Yediğimiz her lokma için, içtiğimiz her damla su için gerçekten Allah’a çok çok şükür edelim. Nankörlük edip sakın günah işlemeyelim ve o güzel Mevlâmıza isyan etmeyelim.

Şükrü de yalnızca dilimizin ucu ile değil, Allah’ın huzurunda secdeye kapanarak, namazı kılarak tüm bedenimizle ve kalbimizle yapalım.


İKİNCİ TAVSİYE
Ya günah işleme ya da Allah’ın mülkünde oturma! Allah’ın egemen olmadığı bir yer olmadığına göre, yine tek seçeneğimiz kalıyor. Günah işlememek! 
Yüce Allah buyuruyor: 
“Göklerin ve yerin mülkiyeti yalnızca Allah’ındır. (Çünkü) O diriltir, o öldürür. Sizin için Allah’tan başka, ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Tevbe, 116) 
Göklerin, yerin mülkiyeti ve egemenliği kayıtsız şartsız Allah’ındır. En küçük varlıklar olan atomlardan ve tek hücrelilerden, en büyük varlıklar olan yıldızlara, fillere ve balinalara kadar hiçbir varlık, doğal yaşam koşullarının dışına çıkamaz ve yörüngesinden ayrılamaz. Aksi halde evrendeki bütün dengeler bozulur ve her an farklı boyutlarda kıyamet olayları ortaya çıkar.

 Yüce Allah dünyayı insanların yaşam koşullarına ve insanı da dünyadaki yaşam koşullarına göre yarattığı için insan da dünyadaki yaşam koşullarının dışına çıkamaz ve başka yaşam koşullarında yaşayamaz. 
Dilediği an ölü toprak maddelerine (elementlere) hayat verip onları canlı varlıklar şekline ve yine dilediği an öldürüp yine toprak maddelerine dönüştüren Yüce Allah, toprak maddelerinden yarattığı insanı da öldürüp tekrar aslına dönüştürecek ve insan kabre konulduğu anda Allah’tan başka bir dost ve yardımcı bulamayacak. Yaradılışının zamanlamasına karışamayan, dünyadaki yaşam sürecini belirleyemeyen, ne zaman ve nerede öleceğine karar veremeyen ve Allah’ın belirlediği yaşam koşullarının dışına çıkamayan insan’ın, Gerçekten tek seçeneği var o da, Günah işlememek!..


ÜÇÜNCÜ TAVSİYE
Allah’ın yarattığı rızkı yediğin ve mülkünde oturduğun halde nankörlük edip, O’na isyan edeceksen, Allah’ın görmediği bir yere git ve orada günahı işle(!) 
Allah’ın görmediği ve bilmediği bir yer olmadığına ve olamayacağına göre, günah işleme! 
Yüce Allah buyuruyor: 
“Bir şeyi açığa çıkarsanız da gizleseniz de, kesinlikle Allah her şeyi bilir.” (Ahzâb, 54) 
Gizlilik ilkesi insanlar için geçerlidir. Allah katında ise gizli ile açık ve geçmiş ile gelecek arasında hiçbir farklılık yoktur. Yüce Allah, halkın yoğun olduğu yerlerde açıkça günah işleyenleri gördüğü ve bildiği gibi gecenin karanlıklarında ıssız yerlerde günah işleyenleri de görür ve bilir.

 Yüce Allah buyuruyor: 
“Ne yerde ne de gökte zerre (atom) ağırlığınca bir şey Rabbinden gizli değildir. Ve bundan (atomdan) daha küçük ve daha büyük bir şey yok ki apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı) olmasın.” (Yunus, 61) 
Arap dilinde en küçük bir varlığa yani atoma zerre denir. Yüce Allah insanların atomu bilmediği bir çağda zerre ağırlığınca buyurarak atoma ve atomların ağırlıkları olduğuna vurgu yaptıktan sonra yerde ve gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinizden gizli değildir buyurdu. 
Yüce Allah yerdeki, denizlerdeki, atmosferdeki ve uzaydaki bütün atomları bildiği gibi atomdan 100.000 defa daha küçük olan atomun çekirdeğini, çekirdekteki nötronları, protonları ve çekirdeğin etrafında dönen elektronları da bilir, görür ve denetler. 
Diğer yandan bedensel yapımızı oluşturan hücreleri, hücrelerin çekirdeklerini, 
çekirdekteki kromozomları ve kromozomların üzerindeki genleri ve DNA moleküllerini de bilir, görür ve denetler.

 Değerli okurlarım! Cep telefonu üreten firmalar, bizim cep telefonumuzun içini, dışını ve kullanımını tüm ayrıntıları ile bizden daha iyi bildikleri gibi, 
Bizi yaratan Allah da içimizi, dışımızı, hücrelerimizi, hücrelerimizin çekirdeklerini ve çekirdeklerdeki kromozomları, genleri ve DNA moleküllerini tüm ayrıntıları ile bizden daha iyi bilir ve görür.

Lütfen elimizi vicdanımıza koyup düşünelim! Bizi, bizden daha iyi bilen Allah, gizlice ve açıkça günah işleyen kullarını bilmez ve görmez mi? Yine tek seçeneğimiz, Günah işlememek!


DÖRDÜNCÜ TAVSİYE
Hiç beklemediğin bir anda ve beklemediğin bir yerde Azrâil âniden karşına dikilince, ben şu anda ölüme hazır değilim ve ölmek de istemiyorum. Lütfen şimdi git, sonra gel, de! 
Ancak geçmişteki uygulamalara baktığımızda; Peygamberler dâhil hiç kimse Azrâil’e, şimdi git, sonra gel diyemediğine ve biz de diyemeyeceğimize göre tek seçeneğimiz ölümü kabullenmek ve ölüme hazırlanmak!... 
Çünkü Yüce Allah buyuruyor: 
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebût, 57) 
İnsanı hayvandan ayıran en önemli faktör, fiziksel yapısı değil aklıdır. Aklın görevi, geleceği görmek ve gereken önlemi almaktır. Ölüm bütün insanların ortak kaderi olduğuna göre, ölümü unutmak ve 
göz ardı etmek, tehlikeyi sezen devekuşunun başını kuma sokup gözlerini kapamasına benzer.

 Gözlerini kapayanların yalnızca kendi dünyalarının karardığını devekuşuna anlatamayız ama insanların bu gerçeği görüp ölümü göz ardı etmemeleri ve ölüme hazırlanmaları gerekir. 
Yüce Allah buyuruyor: 
“Nerede olursanız olunuz ölüm size ulaşır (sizi bulur), en güzel korunan sağlam kalelerde olsanız bile!” (Nisâ, 78) 
Doğmak, dünyaya gelmek isteğimize bağlı olmadığı gibi ölmek ve âhiret âlemine gitmek de isteğimize bağlı değildir. Issız çöllere kaçsak, sarp kalelere sığınsak, karanlık mağaralarda gizlensek, askerî birlikler tarafından koruma altına alınsak ya da dünyanın en modern hastanelerinde en ünlü uzmanların gözetimi altında olsak, aldığımız bu önlemler bizi ölümden kurtaramaz ve Azrâil’in görevini yapmasını engelleyemez. Peki ölüm nedir?

 Ruh -beden ilişkisinin kesilmesi demektir. Melekler gibi madde ötesi bir varlık olan ruh, bedenin mânevî elektriği gibidir. Bir fabrikanın elektriği kesildiği an, bütün makineleri durduğu gibi ruhla ilişkisi kesilen bedenin de bütün hayâti fonksiyonları durur ve beden bir et - kemik yığınına dönüşür. 
Ruh, insanın aslı, özü, kalıcı ve kalıtsal kişiliği, beden ise insanın bu dünyadaki geçici görüntüsüdür. 
“Ete, kemiğe büründüm -Yunus diye göründüm” (Yunus Emre).
Ölümü öcü ve mezarı karanlık bir çukur gibi algılamayalım, onları güzelleştirmeye çalışalım. Çünkü ölüm yok olma değil, başka bir hayata geçiş demektir. Ölüm, rûhun beden zindanından kurtulup berzah âleminde özgürlüğüne kavuşması demektir. 
Ancak bir gerçeği de unutmayalım! Geçici dünya evimize yatırım yaptığımız gibi mezarımıza da yatırım yapalım. Dünya evimizi lüks eşyalarla donattığımız ve kristal lambalarla aydınlattığımız gibi mezarımızı da namaz, oruç, zekât, Kur’an, zikir ve salâvat-ı şerîfe gibi mânevî eşyalarla donatalım ve îman nûru ile aydınlatalım. Ayrıca dünya evimizi zararlı ve zehirli böceklerden koruduğumuz gibi mezarımızı da zararlı ve zehirli yılanlardan koruyalım. Çünkü günahlarımızın herbiri orada bir yılan olup bize saldıracak ve kıyamete kadar bizi azap edecek.

 Berzah âleminde rûhumuzun rahat etmesini ve mezarımızın cennet bahçesine dönüşmesini istiyorsak, günahlardan kaçınalım ve ibâdetlerimizi aksatmadan düzenli bir şekilde yapmaya çalışalım. 
Dünyada tevbe eden ve günahlarından arınan mü'minler mezarda tutsak olmaz. Diledikleri an Mekke’ye gidip Kâbe’yi tavaf eder, Medîne’de Peygamberimizi ziyaret eder ve gökyüzünde dolaşırlar. Ayrıca diğer peygamberlerle evliyalarla ölen yakınları ve dostları ile görüşüp sohbet ederler.

 Allah dostlarından biri mezarlıkta dolaşırken ağlamaya başlamış. Nedenini soranlara. “Ah! Yerin altında cennet de var, cehennem de var” demiş. 
Değerli kardeşlerim! Ölüm meleği bizi izlediği gibi cennet ve cehennem de bizi bekliyor. Azrâil âniden karşımıza dikilince, şimdi git, sonra gel diyemeyeceğimize göre,

Öncelikle tevbe edip günahlarımızdan arınalım ve ölüm çantamızı güzel şeylerle dolduralım.


BEŞİNCİ TAVSİYE
Mahşer yerindeki mânevî tartıda sevabın az ve günahın çok gelirse, Allah (c.c.) seni korkunç zebânilere teslim edecek. Eğer zebânilere direnecek gücün varsa, günah işle. Aksi halde hemen tevbe et ve günahları terk et!.. 
Yüce Allah buyuruyor: 
“Sûr’a (ilk defa) üfürüldüğünde Allah’ın dilediklerinin dışında göklerdeki ve yerdeki varlıklar korkudan düşüp ölecek.” (Zümer, 68) 
Hz. İsrâfil, Allah’ın emri ile Sûr’a ilk defa üflediğinde, kıyamet kopacak, bütün canlılar korkudan âdeta çıldırıp ölecek ve yerlerin, göklerin düzeni değişip, yeni bir denge - düzen kurulacak. 
Yüce Allah buyuruyor:

“Sûr’a (tekrar) üfürüldüğünde kabirlerinden fırlayanlar süratle Rablerine (mah
şer yerine) doğru giderler.” (Yâsîn, 51)

 İnsanlar kabirlerinden fırlayıp dünyada yaptıklarının hesabını vermek üzere mahşer yerine giderken gerçekten çok zorlu bir gün olacak. Çünkü, sonuçta yerleri ya cennet ya da cehennem olacak. 
Yüce Allah buyuruyor: 
“O gün zâlim (pişmanlıktan) ellerini ısırarak, ah! Keşke peygamberle birlikte bir yol izleseydim diyecek.” (Furkan, 27) 
Din karşıtı sapık ideolojileri ve sapık sistemleri savunup müslümanlara baskı yapan zâlimler, Ah! Keşke ben de peygamberle birlikte aynı yolu izleseydim diye, pişmanlıktan ellerini çatır çatır ısıracak. Tabii ki, iş işten geçtikten sonra! 
Mahşer yerinde önce amel defterleri dağılacak ve sonra Mîzan (mânevî tartı) kurulup herkesin günahı ve sevabı tartılmaya başlanacak. 
Yüce Allah buyuruyor:

“Biz kıyamet günü için (Mahşer’de) adâlet terâzileri kuracağız. (Orada) 
hiç kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan sevap ve günah) bir hardal tanesi ağırlığınca bile olsa, onu getirir (terâziye koyar)ız.” (Enbiyâ, 47)

 Mahşer yerinde sevapları ve günahları tartacak (belirleyecek) mîzanlar kurulacak. Şeklini ve niteliğini bilemediğimiz bu mîzanların sağ bölümüne sevaplar ve sol bölümüne günahlar konacak, İlâhi adaletin göstergesi olan bu mîzanlar çok hassas olacak. Tek bir hardal tanesi (çiçek tohumu) ağırlığındaki sevapları ve günahları çok hassas bir şekilde tarttığı gibi dünyadan daha büyük ve daha ağır olan sevapları ve günahları da aynı hassasiyetle tartacak. 
Mîzanlar kurulup tartı başlayınca heyecan doruğa çıkacak ve insanlar korkudan tir tir titreyip gözlerini mîzandan ayırmayacak. Çünkü insanın kaderi orada belli olacak. 
Mîzan’ın sol bölümüne kapkara ve çirkin bir şekilde günahlar konulunca günahkârlar kendi günahından korkacak ve pişmanlıktan saçını, başını yolacak.

Mîzan’ın sağ bölümüne nur gibi ve bembeyaz bir şekilde sevaplar konulunca, sevaplarını gören mü’minler de sevincinden, Ah! Keşke daha fazla sevap yapsaydım diye kendi kendini kınayacak. 
Mîzan’a (tartıya) namazdan başlanacak ve kılınan namazların sevapları ile kılınmayan namazların günahları çok büyük boyutlarda ve ağır olacağından, Mîzandaki sevap -günah dengesinin belirlenmesinde en önemli ağırlık, namaz olacak!.. 

Sonra oruç, zekât ve hac gibi İslâm’ın temel ilkesi olan ibâdetlere sıra gelecek ve bu ibâdetlerin sevapları da çok büyük boyutlarda olacak ve bunlar da Mîzan’ın sağ bölümüne konacak. Tabii ki aksi de olacak yani bu ibâdetleri yapmayanların günahları da Mîzan’ın sol bölümüne konacak. 
İslâm’ın temel ilkelerinden sonra nâfile (farzın dışındaki) ibâdetlere sıra gelecek ve ister sözlü, ister parasal ve ister bedensel olsun, bu ibâdetlerin de her birine ayrı ayrı sevaplar verilecek ve bunlar da tek tek Mîzan’ın sevap bölümüne konacak.

 İlâhi adaletin gereği bir hardal tanesi kadar hayırlar ve iyilikler karşılıksız kalmayacak ve bunların sevapları da tek tek Mîzan’a konacak. Gönülden bir defa Allah diyen, bir defa Besmele çeken, bir müslümana selâm veren, bir hastayı ziyaret eden, bir yaşlının ya da özürlünün kolundan tutup yardım eden ve bir yoksula az da olsa yardım eden, Bu tür önemsemediği iyiliklerin sevabını görünce, şaşkınlıktan sevinç göz yaşları dökecek. 
Ya günahlar? Evet onlar da tek tek Mîzan’a konacak ve bir hardal tanesi kadar günah da cezasız kalmayacak. Bir yudum alkol alanlar, vakit geçirmek için bile olsa kumar ynayanlar, yabancı bir kadınla el sıkışan erkekler, yabancı bir erkekle el sıkışan kadınlar ve çok kısa bir zaman için bile olsa dışarıda açık saçık dolaşanlar bunların günahını görünce, çok pişman olacak ve dünyada tevbe etmediği için kendini kınayacak.

 Ya büyük günahlar? Onların şerrinden dünyada ve âhirette Allah hepimizi korusun ve bütün insanlara tevbe edip, İslâm’a dönmelerini nasib etsin. Âmîn!.. 
Yüce Allah buyuruyor: 
“O gün vezin (tartı) haktır. Kimin tartıları (sevapları) ağır gelirse, işte onlar felâha (cennet’e) kavuşanlardır.” (A'raf, 8) 
Mîzan’da sevapları ağır basanlar, sonsuzluk âlemi olan cennete kavuşacak ve orada her açıdan tam güvenli bir ortamda sürekli mutlu ve huzurlu yaşayacaklar. Cennete giden yol, Mîzan’daki sevap -günah dengesini gösteren ibreye ve ibrede insanların dünyadaki yaşantısına bağlı olduğundan,

 Tek seçeneğimiz, bu geçici dünyada sevaplarımızı çoğaltmak ve günahlardan kaçınmaktır. Bunun dışında kesinlikle başka bir seçeneğimiz ve güvencemiz yoktur. Orta şiddetteki bir deprem ânında korkudan şok olan, şimşek çakınca ve gök gürleyince kalbi hoplayan insanın, 
Yüce Allah zebânilere; 
“Onu tutun, (elini boynuna) bağlayın, sonra onu cehenneme atın.” (Hâkka, 30-31) diye emir verdiği zaman, aşağılanarak ve çığlıklar atarak cehenneme gitmenin dışında elinden ne gelir ki!..





Kaynak; http://www.tomorhoca.com/index.php?option=com_content&view=article&id=66&Itemid=56

0 yorum:

Yorum Gönder

Allah'ın Varlığı ve Birliği

Allah inancı insanda fıtrî (yaratılıştan) olduğu için, normal şartlarda çevreden olumsuz bir şekilde etkilenmemiş bir kişinin Allah'ın varlığını ve birliğini kabullenmesi gerekir. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm'de Allah Teâlâ'dan bahseden âyetlerin çoğu, O'nun sıfatlarını konu edinmiştir. Bu âyetlerde özellikle tevhid inancı üzerinde durularak Allah'ın ortağı ve benzeri olmadığı ısrarla vurgulanmıştır. Allah'ın var oluşu konusu, Kur'an'da insan için bilinmesi tabii, zorunlu ve apaçık bir gerçek olarak kabul edilmiştir. Selim yaratılışı bozulmamış insanın normal olarak yaratanını tanıyacağı belirtilmiştir. Ancak her toplumda çeşitli sebeplerle inanmayanlar veya şüphede olanlar bulunabilecektir. İşte böyleleri için Allah'ın varlığının ispat edilmesi önem arzetmektedir. Bu da öncelikle Allah'ın varlığının ve birliğinin delillerinin öğrenilmesi ile mümkün olur. İslâm akaidine göre Allah birdir ve tektir. Bu bir oluş, sayı yönüyle bir "bir"lik değildir. Çünkü sayı bölünebilir ve katlanabilir. Allah böyle olmaktan yücedir. O'nun bir oluşu, zâtında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde, rab oluşunda ve hâkimiyetinde eşi ve benzeri olmayışı yönündendir. İhlâs sûresinde Allah'ın bir olduğu, hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğurmadığı ve doğurulmadığı, O'nun hiçbir denginin bulunmadığı ifade edilirken, Kâfirûn sûresinde de ibadetin ancak Allah'a yapılacağı, Hz. Peygamber'in, kâfirlerin taptıklarına önceden tapmadığı gibi, sonra da tapmayacağı ısrarla vurgulanmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok sûresinde Allah'ın birliğini, eşi ve benzerinin bulunmadığını vurgulayan pek çok âyet vardır: "Allah evlât edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir Tanrı da yoktur. Aksi takdirde her Tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve onlardan biri mutlaka diğerine üstünlük sağlardı. Allah onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir" (elMü'minûn 23/91), "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti..." (el-Enbiyâ 21/22). Evrendeki düzen Allah'ın birliğinin en açık delilidir. Mekke'de nâzil olan Kur'an âyetlerinin birçoğu doğrudan tevhidi telkin etmekte, bir kısmı da şirki reddetmektedir. Allah'ı yegâne ilâh, Rab ve otorite olarak tanımak, birliğini ikrar etmek, her çeşit ortaktan uzak olduğuna inanmakla gerçekleşen tevhid, İslâm dininin en önemli özelliğidir. İslâm, bu özelliğiyle hem Câhiliye putperestliğinden, hem Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerin sonradan bozulmaya uğramışşekillerinden, hem de Mecûsîlik'ten ayrılır.

MELEKLERE İMAN


a) Melek Kavramı ve Meleklere İman
Sözlükte "haberci, elçi, güç ve kuvvet" anlamlarına gelen melek, Allah'ın emriyle çeşitli görevleri yerine getiren, gözle görülmeyen nûrânî ve ruhanî varlıktır.
Kur'an'da meleklere imanın farz olduğunu bildiren birçok âyet vardır:
"Peygamber Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler..." (el-Bakara 2/285).
"...Asıl iyilik Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman edenlerin iyi amelidir..." (el-Bakara 2/177).
Meleklere inanmayan kişi, bu âyetlerin hükmünü inkâr ettiği için kâfir olur. Ayrıca Cenâb-ı Hak, Kur'an'da meleklere düşman olanları kâfir diye nitelemiş ve böyle kimselerin Allah düşmanı olduğunu vurgulamıştır (el-Bakara 2/98).
Meleklere inanmamak, dolaylı olarak vahyi, peygamberi, peygamberin getirdiği kitabı ve tebliğ ettiği dini de inkâr etmek anlamına gelir. Çünkü dinî hükümler, peygamberlere melek aracılığıyla indirilmiştir.
b) Meleklerin Mahiyeti
Melekler duyu organlarıyla algılanamayan, gözle görülmeyen, sürekli Allah'a kulluk eden, asla günah işlemeyen, nûrânî ve ruhanî varlıklardır. Bu sebeple onlar hakkındaki tek bilgi kaynağı âyetler ve sahih hadislerdir. Onun ötesinde bir şey söylemek mümkün değildir. Meleklerin gözle görülmez, duyu organlarıyla algılanamaz varlıklar oluşu, inkâr edilmeleri için bir gerekçe olamaz. Gerek akla gerekse pozitif bilimlere dayanılarak, meleklerin var veya yok olduklarına dair kesin deliller ileri sürülemez. Çünkü melekler, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan fizik ötesi varlıklardır. Şartlanmamış insan aklı da meleklerin varlığını imkânsız değil, câiz ve mümkün görür.
c) Meleklerin Özellikleri
Melekleri diğer varlıklardan ayıran birtakım özellikler vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Melekler nûrdan yaratılmış; yemek, içmek, erkeklik, dişilik, uyumak, yorulmak, usanmak, gençlik, ihtiyarlık gibi fiillerden ve özelliklerden arınmış nûrânî ve ruhanî varlıklardır: "...O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler" (el-Enbiyâ 21/19-20), "Onlar rahmânın kulları olan melekleri dişi kabul ettiler. Acaba meleklerin yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir" (ez-Zuhruf 43/19); ayrıca bk. es-Sâffât 37/149; en-Necm 53/27-28).
2. Melekler Allah'a isyan etmezler, Allah'ın emrinden çıkmazlar, asla günah işlemezler, hangi iş için yaratılmış iseler o işi yaparlar. "Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar"
(en-Nahl 16/50; ayrıca bk. el-Enbiyâ 21/26-28; et-Tahrîm 66/6).
3. Melekler, son derece süratli, güçlü ve kuvvetli varlıklardır: "Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediği artırmayı yapar. Şüphesiz Allah her şeye
gücü yetendir" (el-Fâtır 35/1). İslâmî kaynaklarda meleklerin kanatları olduğu bildirilmekle birlikte bu kanatların mahiyeti konusunda bir şey söylemek mümkün değildir. Meleklerin nûrânî varlıklar olduğu göz önünde tutulursa, bunları kuş veya uçak kanatları gibi maddî nitelemelere konu etmenin doğru olmayacağı ortadadır. Kanatların mahiyetini ancak Allah ve melekleri gören peygamberler bilebilirler. Meleklerin kanatları onların sûretini, kanatlarının fazlalığı onların güç ve sürat yönünden derecelerini, Allah katındaki değerlerini gösterdiği şeklinde anlaşılabilir.
1. Melekler Allah'ın emir ve izniyle çeşitli şekil ve kılıklara bürünebilirler. Cebrâil (a.s) Hz. Peygamber'e ashaptan Dihye şeklinde görünmüş, bazan kimsenin tanımadığı bir insan şeklinde gelmiştir. Yine Cebrâil (a.s), Hz. Meryem'e bir insan şeklinde görünmüş (Meryem 19/16-17), meleklerden bir grup, Hz. İbrâhim'e bir oğlu olacağı müjdesini getiren insanlar şeklinde gelmiş, o da onları misafir zannederek kendilerine yemek hazırlamış, fakat yemediklerini görünce korkmuş, sonra da melek olduklarını anlamıştır (Hûd 11/69-70). Bu âyetten meleklerin yiyip içmedikleri sonucu da çıkmaktadır.
2. Melekler gözle görünmezler. Onların görünmeyişleri, yok olduklarından değil, insan gözünün onları görebilecek kabiliyet ve kapasitede yaratılmamış olmasındandır. Melekler peygamberler tarafından aslî şekilleriyle görülmüşlerdir. Asıl şekillerinden çıkıp bir başka maddî şekle, meselâ insan şekline girmeleri durumunda diğer insanlarca da görülmeleri mümkün olur. Cibrîl hadisi diye bilinen, iman, islâm ve ihsan kavramlarının tanımlarının yapıldığı hadiste

belirtildiği gibi, Cebrâil ashap tarafından insan şeklinde görülmüştür (bk. Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15).
6. Melekler gaybı bilemezler. Çünkü gaybı, ancak Allah bilir. Eğer Allah tarafından kendilerine gayba dair bir bilgi verilmiş ise, ancak o kadarını bilebilirler. Kur'an'da ifade edildiğine göre Allah, Hz. Âdem'e varlıkların isimlerini öğretmiş, sonra da isimlerin verildiği varlıkları meleklere göstererek, bunların isimlerini haber vermelerini onlardan istemiş, bunun üzerine melekler "Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan sensin" demişlerdir. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hak Hz. Âdem'in, varlıkların isimlerini haber vermesini emretmiş, o da söyleyiverince şöyle seslenmiştir: "Size demedim mi ki, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ben bilirim. Neyi açıklarsanız neyi de gizlemişseniz ben bilirim" (el-Bakara 2/31-33).
d) Meleklerin Görevleri ve Çeşitleri
Âyet ve hadislerde sayıları hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan fakat pek çok oldukları anlaşılan meleklerin temel görevleri Allah'a kulluk ve O, neyi emrederse onu yerine getirmektir. Melekler görevleri açısından şu gruplarda incelenebilirler:
Cebrâil, dört büyük melekten biridir. Allah tarafından vahiy getirmekle görevlidir. Cebrâil'e (a.s.) güvenilir ruh anlamına gelen "er-Rûhu'l-emîn" de denilmiştir: "O (Kur'an'ı) korkutuculardan olasın diye Rûhulemîn senin kalbine indirmiştir" (eş-Şuarâ 26/193-194). Bir başka âyette de ona Rûhulkudüs adı verilmiştir: "...Kur'an'ı Rabbinden hak olarak Rûhulkudüs indirmiştir" (en-Nahl 16/102). Cebrâil, meleklerin en üstünü ve en büyüğü, Allah'a en yakını olduğu için kendisine “meleklerin efendisi” anlamında seyyidü'l-melâike denilmiştir. Mîkâîl, dört büyük melekten biri olup, kâinattaki tabii olayları ve yaratıkların rızıklarını idare etmekle görevlidir. İsrâfîl, sûra üflemekle görevli melektir. İsrâfil, sûra iki kez üfleyecek, ilkinde kıyamet kopacak, ikincisinde ise tekrar diriliş meydana gelecektir. Azrâil ise, görevi ölüm sırasında canlıların ruhunu almak olduğu için "melekü'l-mevt" (ölüm meleği) adıyla anılmıştır: "De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz" (es-Secde 32/11).
Kirâmen Kâtibîn, insanın sağında ve solunda bulunan iki meleğin adıdır. Sağdaki melek iyi iş ve davranışları, soldaki ise kötü iş ve davranışları tesbit etmekle görevlidir. Hafaza melekleri adı da verilen bu melekler kıyamet günü hesap sırasında yapılan işlere şahitlik de edeceklerdir. Kur'an'da
bu melekler hakkında şöyle buyurulmuştur: "İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarınızı yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın" (Kaf 50/17-18), "Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler" (el-İnfitâr 82/10-12; ayrıca bk. ez-Zuhruf 43/80).
Münker ve Nekir, ölümden sonra kabirde sorgu ile görevli iki melektir. “Bilinmeyen, tanınmayan, yadırganan” anlamındaki münker ve nekir, mezardaki ölüye, hiç görmediği bir şekilde görünecekleri için bu ismi almışlardır. Bu iki melek kabirde ölülere, "Rabbin kim? Peygamberin kim? Kitabın ne?" diye sorular yöneltecekler, alacakları cevaplara göre ölüye iyi veya kötü davranacaklardır.
Hamele-i Arş, arşı taşıyan meleklerin adıdır. Kur'an'da haklarında şöyle buyurulur: "Arşı yüklenen, bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ile tesbih ederler. O'na iman ederler..." (el-Mü'min 40/7; ayrıca bk. el-Hâkka 69/17).
Mukarrebûn ve İlliyyûn adıyla anılan melekler, Allah'ı tesbih ve anmakla görevli olup, Allah'a çok yakın ve O'nun katında şerefli mevkii bulunan meleklerdir (en-Nisâ 4/172). Cennet ve cehennemdeki işleri yürütmekle görevli melekler de vardır (bk. er-Ra‘d 13/23-24; et-Tahrîm 66/6; el-Müddessir 74/29-31).
Bunlardan başka, insanın kalbine doğruyu ve gerçeği ilham etmekle (Tirmizî, “Tefsîr”, 3), namaz kılanlarla birlikte Fâtiha sûresinin bitiminde "âmin" demekle (Buhârî, “Ezân”, 111, 112; “Da‘avât”, 63; Müslim, “Salât”, 18), hergün sabah ve ikindi namazlarında müminlerle birlikte olmakla (Buhârî, “Mevâkýt”, 16; Müslim, “Mesâcid”, 37), Kur'an okurken yeryüzüne inmekle (Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân, 15; Müslim, “Müsâfirîn”, 36), sokakları ve yolları dolaşıp zikir, Kur'an ve ilim meclislerini arayıp bulmakla (Buhârî, “Da‘avât”, 66; Müslim, “Zikr”, 8), müminlere (Ahzâb 33/43) özellikle bilgin olan müminlere rahmet okumakla (Tirmizî, “İlim”, 19), sadece Allah'a hamd ve secde etmekle (A‘râf 7/206) görevli melekler de vardır.
e) İnsanlarla Melekler Arasındaki Üstünlük Derecesi
Ehl-i Sünnet'e göre insanlar içinden seçilen peygamberler, meleklerin peygamberleri durumunda olan büyük meleklerden daha üstündür. Çünkü yüce Allah insan için "halife" tabirini kullanarak (el-Bakara 2/30) onu melekler karşısında yüceltmiş, Hz. Âdem'e secde etmeleri için meleklere emretmiş, eşya ve âlemi meleklere gösterip bunların adlarını sorduğu zaman melekler cevap verememiş, Hz. Âdem ise birer birer saymıştır (el-Bakara 2/3134). Ayrıca meleklerin Allah'a kullukları ve hayırlı şeyleri yapmaları, iradeye bağlı olmayan hareketlerdir. Halbuki insan Allah'a kulluğunu ve iyi işleri, kendisini doğru yoldan ayıracak pek çok engeli aşarak yapar. Bütün bunlar insan cinsinin melek cinsinden üstün olduğunu gösterir. Meleklerin önde gelenleri, peygamber olmayan bütün insanlardan; takvâ sahibi müminler, şehidler, salih amel işleyenler, dinde dosdoğru hareket edenler, diğer meleklerden; diğer melekler de insanların kâfir, münafık, müşrik, inancı bozuk, amelsiz, ahlâksız olanlarından daha üstündür.


Güle Güle :)
CORPORATİON © 2015 DİNİ BLOG